Sayfalar

3 Şubat 2017 Cuma

kalabalığa boğulmuş ölüm denemeleri -1-



Seneler önce “martı” isminde bir roman okumuştum.

sürüsünden ayrı düşünen, onlar gibi bir yaşam sürmek istemeyen, dünyaya farklı bir pencereden bakmak isteyen küçük bir martının yaşam kavgasında tutunup birey olma çabasını işliyordu roman.  

bugün nereden geldi aklıma birden bilmiyorum. hani öyle anlar vardır ya zınk diye belirir zihninde anılar, yaşanmışlıklar...

öyle oldu sanırım yine, seneler önce belki çocukluğumda okuduğum bir roman  -ki inanın sonunu dahi hatırlamadığım bir roman- beliriverdi işte zihnimde.

beliriverdi ve

“olum ben napıyorum lan” dedirtti kendi kendime. bir takım hedefler, bugün aklıma saplanıverince sadece gülümsetebilen hayaller…

ne tuhaf lan dedim.

ne ilginç.

her şey bambaşka şimdi…

4 yıl da hadi bilemedin 5 yılda bu kadar mı kaybeder insan? kendini savuran 

hortumun tekrar tekrar içine bu kadar mı düşer insan?

küçük martı..

ne yapmıştı acaba, sürüsü onu aykırılığından ötürü dışladığında? 

çekip gitmiş miydi, yoksa onlara boyun eğip onlardan biri mi olmuştu?

inanın hatırlayamıyorum, keşke hatırlasam.

yol göster bana ey martı diye yalvarsam.

yalvarsam.


yalvarsam..

                                                                             -boö

26 Mayıs 2016 Perşembe

Görmek Üzerine Bir Deneme


Bugün yine kendi gözlerimden gördüm dünyamı. 
Okulun bahçesinde telefonda biriyle tartışan genci; sarı saçları, deri ceketi ve topuklu ayakkabılarıyla yanımdan süzülüp giden kızı bir kez daha gördüm kendi gözlerimle. Düşünmüşümdür hep, 
bir insanın dünyası gözlerinin gördükleri midir veyahut kulaklarının duydukları? 

Herkes gözlerinin farklı yol göstericiliğinde yaşar dünyayı. 
Yani bana öyle gelir hep. 
Var olan her şey birer dünyadır, dünya var olanları değil var olanlar dünyalarını oluşturur. Gözleriyle yaşar bir insan ya da gözleri yaşatır bir insanı. 
Gördükleri nesneler değil gözleriyle var saydıkları soyutluklardır bir bakıma insanı insan yapan. 
Görmek düşünmektir bir bakıma düşünmek var saymaktır sonsuza, sonsuzsa umuttur ayrılan yolda. 
Bir insan görerek tanır, görerek inanır ve görerek kaybolur adı gibi bildiği yolda. 
Bazısı zulmü görür, bazısı sevgiyi görür her biri ayrı ayrı çizer yolunu. 
Yanlışı gören de vardır sonrasında çekip giden, yanlışı görüp de aynı yolda dosdoğru ilerleyende. 
Birisi zavallı olarak görülür diğeri tarafından diğeri haindir yoldan saptığından. 

Tuhaftır, 
varsa bir doğru görmek ister kimi insan ama yanlış hep ıraktır onun gözlerinden. 
Dünya somuttur hep insanlar somut... 
Varsa vardır aslına bakılırsa yoksa yoktur. 
Ancak görmek soyuttur istediğini görür, kendi dokunuşlarıyla yaşatır somutu insan. 
Varsa vardır değil de yoksa yoktur da değildir anlayacağın. 
İnsanın var olma, ben olma serüveni de böyle başlar yani görmeyi bilmekle, doğruyu görmekle başlar. 
Herkes kendi gözlerinde yarattığı dünya doğrudan şaşıp da yanlışa vardığında insanın insan olma serüveni de biter. 

İnsan kalamaz artık insan. 
                                                                Barış Ozan Özdemir

8 Nisan 2016 Cuma

Aynı Karton Bardaktan İki Kere Kahve İçilmez


Dün Nijerya'da doğmuş bir Çinli'nin öyküsünü yazacaktım. Sıkıldım, yarıda bıraktım. 
Ben hep sıkılırım. Çoğu şeyi, aslına bakarsan her şeyi yarım bırakırım. Tuhaf. İnsanoğlunun ya da cinsiyetçilik yapmamak adına insanın doğasında var mıdır sıkılmak acaba? Gerçi, birçok insan da gördüm sıkılmadan hayalleri, idealleri peşinde oradan oraya savrulan. Öyleyse biz, bir şeylerden bıkan, bir şeylerin sonunu bir türlü getiremeyen şu zavallı insancıkların yeryüzündeki görevi nedir? Niye varız? Olmasaydık ne olurdu? 


Aslında düşündüm de şimdi doğrusu da bizim yaptığımız sanki. Mesela yağmur yağıyordu az önce şimdi birden kesildi. Bulutlar da sıkıldı sanırım. Ya da ben kendimi açıklanabilir kılmak için doğayla keyfî bir oyun oynamaya çalıştım. Kaybettim tabi. Yağmur tekrar yağmaya başladı. Güneş de yok. Gece zaten, olmaması gayet doğal. 
Gerçi, güneşin olup olmayacağına ben karar verebilirim. Zihnimde bir güneş yaratmak, yağmurun gökkuşağıyla dansını kahvemle beraber keyifle izlemek pek zor olmasa gerek. Ama yaratmayacağım. Karanlık iyi. En azından şimdilik. 
Sıkıldım zaten. Yağmur da tekrar durdu. Bulutlar, sanırım aşağılardaki bir organıyla benimle eğleniyorlar. Hayır, taşşak demeyeceğim. Salak, cinsiyetçi-savarlarla uğraşmak istemiyorum. Bu arada fularımı da kaybettim sanırım. Yine çok tuhaf. Fularsız bir yerlere gidemem oysaki. Zaten gitmiyorum. Günlerdir, dört duvarın arasında aptalca dolanıyorum. 

Baktım da şimdi gidemiyorum desem daha doğru olurmuş. 

Fulardan işte. 

Sıkıldım yine. Şu yazdıklarımı tamamlayabilecek miyim bilmiyorum. Bir de şöyle bir sıkıntı var yukarıdaki aptal Edirneli çocuğun şivesine elimdeki telefonu fırlatmak üzereyim. 
Bilemiyorum. Az önce demiştim ya zaten. Neden varız? Şu aptal Edirneli neden var? Ya da neden ikimiz birden aynı havayı solumak zorundayız? 

Yine bir son bulamayacağım sanırım. Yağmur tekrar başladı bu arada. Bu sefer eminim bulutlar ve aşağılardan bir organı...
Yani bizim de bir onurumuz var değil mi ama. Ayıp ediyorsunuz bilader de diyemiyorum ki. Aslında istesem derim. Üşeniyorum sanırım. Bağırsam şimdi bulutlara yukarıdaki şiveli beni deli filan sanabilir. Uğraş dur. Ne yani bir şivelinin beni deli sanmasından mı çekiniyorum şimdi? Utandım kendimden. Bu ilk değil. Bağırayım öyleyse. Sövsem, ağır mı kaçar acaba? Önce bir uyarayım da. Sonrasına bakarız. Uyardım. Kusura bakma demesini beklerdim ama kırosuna çattık sanırım. Gülüm filan dedi bana. Ben de öldürdüm. Gülüm ne la dedim tabi öncesinde, sonra öldürdüm. Gülüm demese öldürmezdim bence. Bilemiyorum, bir anda oldu. Yağmur durdu şimdi. Vasiyet işlemleri filan belli bir süre yağmur yağmaz diye tahmin ediyorum. Tabi sadece bu mıntıka için geçerli bu. Sizin oralara yağarsa sonra gelip bana şekil yapmayın. 

Yağmur durdu. 

Elimde bir oyuncak da kalmadı. Sıkıldım yine. Zihnimden de yaratamıyorum ki. Ne zaman yaratmaya çalışsam bana gülüm diyen o bulut çetesi... Pişmanım sanırım. Suçumu itiraf etmeli miyim ki? Of, baya zor bir durum. Üzüldüm şimdi. Neyse bekleyelim bakalım.

Bekledim. 

Bu kadar yeter. Sıkıldım fazlasıyla. Ne olacaksa olsun. Odadaki çocuk geldi şimdi yanıma. Elimdeki kanı görünce biraz afalladı. Ne yapıyorsun la yiğido diyecekti, diyemedi. Geri gitti. Tuhaf. Biraz bekledim yine. Polisle geldi bu sefer yanıma. Ne çabuk geldi lan bunlar. İmdat polis! Ne yaptın dediler. Bulut vurdum dedim, güldüler. Ben zaten insan olmaktan çok sıkıldım memur bey dedim, vurdular. Geri gittiler az önce de. Sanırım, maktûlü beğenmediler. 

Niye lan bulut da can değil mi?
Her yerim kesik içinde.Yine kan var elimde. Bu seferki biraz da kendi kanım ama. Kırmızılık var çünkü. Uyuyacağım sanırım, bu kan kaybı epey yordu beni. 
Epey demişken İnsancıklar demiştim ya taa epeyce önce, işte onların ben... Neyse, sıkıldım yine.

-Barış Ozan Özdemir
Resim: Pınar Partanaz

20 Ekim 2015 Salı

iaestanbul


kız kulesi ve adalar laylaylomunda küçük bir suriyeli çocuğun sevgisizliğinde boğuluyorum. 
yapay vapurların, turkuaz köpüklerinde bir plazanın varlığına secde ediyorum. 
yani elhamdülillah müslümanım ama resim çektirmekten gurur duyarım. filan.. 
varolmanın derdinde varolmayı en az başarıyorum. 
kocaman bir sokağın, parke taşlarını toplayarak yokuşlanıyorum.
marmara'nın dalgalı sularına bavulumu çekiyorum. 
vurulmuş gibi yapıp, değerlerimi katledenlerle şarap içiyorum. 
sen elbette bilmiyorsun.
ben, dün terörist saydıklarımla bugün oturup şakalaşıyorum.
kırık bir ranzanın sadece kırık bir ranza olmadığını sabah hevâle hevâle diye öten alarmlardan anlıyorum. 
alevi olup sosyalist olanlara hayret ediyorum. 
yağmura bakmayı özleyip parka giyiyorum.
hiç okunmayacak hayallerin hep emek verilmiş yazılarını kuruyorum.
salataya para vermeyi yemek sonrası hiç gelmeyecek çayı beklerken öğreniyorum. 
iett de, cahil kurgusuna yenik düşmüş batı özentisi kıza gülümserken, istanbul'un sadece yoldan ibaret olduğunu kavrıyorum. 
kayboluyorum.
yavaş ama bir o kadar da olağan.






4 Eylül 2015 Cuma

benim bensizliğim



düşündüm de ne güzel gelir son bahar.
ışıklar, ışıklar, ışıklar...
kapanmasa olmaz mı ışıklar?
korkuyorum belki, korkuyorum karanlıktan..
gece vakti sessiz gelen adımlardan.

bunaldım,
bunaldım, yeryüzünde var olmaya çalışan bir zerre olmaktan.
vurulmalıyım artık yada yedeğe alınmalıyım

kurtarın beni bu karanlıktan!
kurtarın beni bu sonsuz baskılar coğrafyasından!

giyotinde kaldı boynum, ben yerine 
yaşamalardan.
bugüne kadar ben varsam zaten o benimdir
eğer gelememişse benden bugüne ben, ben yaşamayı hiç hak etmemişimdir.
-ki ben hep ilk derslere geciktim 
yada son 5 dakika hocam pardon girebilir miyim dedim.
anlayacağınız ben, 
hayatın kıyısına köşesine yamandım.

ölmekten bahsediyorduk gerçi 
ölmeyi hak etmekten..
bir insan kendisi olamamışsa yaşamı boyunca 
ölmek,
ölmek, mezar taşında bir isimden başka nedir ki? 
var olmayı başaramamış bir ezilenin haksız ödülünden başka nedir ki?

yaşamak,
kendi yolunda yürümekse şüphesiz 
ben bu yolda yürüyorum.
ben baş kaldırıyorum.
...
hatıratım cebimde gogol'u arıyorum.
ben, 
ben, deliriyorum. 
                                                                                                               -BOÖ

25 Ağustos 2015 Salı

GÖKYÜZÜ


**
gökyüzüne bakıyorum bazıları.
neden baktığımı da bilmiyorum. 
bakıyorum işte öyle aval aval.
yani, neden bir şeye baktığını bilmez mi insan.
bilmiyorum. 
hayır, niye bakıyorum, ne var orada yani?
hahahaha bir insan neden gökyüzüne bakar ya?
biz bazı insanlar neden gökyüzüne bakarız?
ben niye gökyüzüne bakıyorum?
bilmiyorum. bilsem sormam herhalde.

ama öyle üç beş yıldız var diye bakmıyorum sanırım.
yada ne bileyim evreni  filan merak ettiğimde yok, açıkçası aa çok ilginç diyecek bir şey olduğunu da sanmıyorum. 
gece ise ay, biraz da yıldız.
sabah ise güneş, biraz da kuşlar.
başka bir marifeti yok ki gökyüzünün.

ne bileyim, olsa öğrenirdik diye düşünüyorum.
göğe, allah diye yat kalk yapan dayıdan bir haber gelirdi herhal, 
yada "göğü kucaklayıp getiren" Arkadaş, bize de koklatırdı ucundan..
turgut abimiz, gök için minibüs hattı devralmıştı 60'larda, 
-ne olmuş çıkabilmiş mi işin içinden?

yani anlayacağın, gökyüzüyle uğraşılmaz dayıı!
boş iş bunlar.
hem hep anlatır annem.
şşşştttt sessiz! 
komşular duymasın aman.
-orhan adında bir veli varmış ben küçükken, bok yoluna gitmiş derler "gökyüzünü boyar iken".

ee peki öyleyse neden gökyüzüne bakıyorum hala ben?
ekmek yok, aş yok, iş yok!
ne var peki bu gökyüzünde? 
o sonsuz ürküntünün beni hapseden yanı ne? 
hiç bir şeyi hoşuma gitmiyor, gidemez! dedim ya annem söyledi hem
annem, annem,
benim annem. 
o dedi bana.
-gökyüzüyle uğraşan iflah olmazmış.
oysa ben iflah olmalıyım. bu amansız yarışta en öne adım yuvarla-malıyım.
bundandır ki, 
gökyüzü olmaz. olamaz. gökyüzüne bakamam.
ne kadar istesem de bakamam.
gökyüzünde bana yer yok çünkü, 
ama ekmek kuyruğunda bilemedin metrobüs kuyruğunda her zaman bir kişilik yer var benim için.
eyvallah sevgili gökyüzü.
karnım aç benim!
doyuramazsın sen beni...
                                                                                                   -BOÖ

10 Temmuz 2015 Cuma

Sanayi Sokak


ü'rkek adımlarla ilerlemişim.

darmaduman bir saatin,
hiç olmayan bir akrebinde tam sekizin üzerindeyim.

tüfeklerin sırtıma doğrulduğu bir anda
                                                            
ağzımda küba purosuyla

-ah ne kadar ideolojik yaklaşıyorsunuz canım- dercesine bakar gibiyim.

metafizik tartışmalardan fırlamış insan çığlıkları arasında, mecnununu tanrıya kaptırmış leyla bahtsızlığıyla

ü'rkek adımlarla ilerlemişim.

-kimim ben- gibi klişe bir girişi
-neredeyim- sorusuyla başlatmak üzereyim.
otorite-kafka,
otorite-camus,
metaforunda
kafkadan yana düşmüş,
                                      
ve göğsümden,
                                                              
bir meydan saatiyle vurulmakdayım.

arkadaş z. özgerin dizelerinde, al di meolanın muazzam ritmiyle

ü'rkek adımlarla ilerlemişim.

üstüme yapışıp kalmış bir 'kim'sesiz sorunun cevabını,

belkide

aramaktayım.
                                                                              
                                                                                                                       
 Barış Ozan Özdemir